NAME OF VENUE | MEKANIN İSMİ

Denizli

Alternative Names | Diğer İsimler: Denizli Sineması, Yazlık Denizli Sineması

Address | Adres: Denizli Mahallesi, Seyhan / Adana

Year Opened | Açıldığı Yıl: 1950’ler

Year Closed | Kapandığı Yıl: 1980’ler

Number of Seats | Kapasite: 1.200

Associated People | İlgili Kişiler: Bilgi girişi devam ediyor.


Detailed Information | Detaylı Bilgi

Çocukluğumun ilk yarısı Adana’nın Denizli Mahallesi’nde geçti. Altmışlı yıllardı. Tren yoluyla sulama kanalının kıyısında beyaz kireç badanalı kerpiç bir evde oturuyorduk. Adanalılar ikindi vakitleri sokak kapılarının önünde otururlardı. Bir at arabasının tekerlek ve nal sesleri megafondan çıkan sese karışırdı:

“Dikkat dikkat! Siz sinemaseverler için hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan Yazlık Denizli Aile Sineması, iki şaheser filmi takdim eder! Birinci film, sinemamızın Çirkin Kralı Yılmaz Güney’in! Beyaz Atlının Dönüşü! İkinci film, Taçsız Kral Ayhan Işık’ın oynadığı, Maceralar Kıralı!

Arabacı, arkasından koşturan çocukları kırbacını şaklatarak uzaklaştırmaya çalışırdı. Mahalle halkının o günkü konusu yeni gelen filmler olurdu. Atıştırmalıklar, su şişeleri, minderler hazır edilir, akşam sekize doğru cümbür cemaat yola düşülürdü. Sinemanın önü bayram yeri gibi olurdu. Karpuz çekirdeği, haşlanmış mısır, nohut satıcıları, çizgi roman tezgahı, aşlamacı, şırdancı, dondurmacı, bici bicici. Şekerkamışı doğrayan, kaynamış yumurta tokuşturan, fırıldak çeviren, gulle (bilye) oynayan çocuklar…

Sinema bileti her bütçeye uygundu, ailenin çocuğundan bilet istenmezdi. Bilet parası olmayan çocuklar, çocuksuz ailelerin yanına takılıp sinemaya onlarla birlikte girerlerdi. Bazı bıçkın çocuklar bahçe duvarından içeri atlarlardı. Makinist, film başlamadan önce günün moda şarkılarının plaklarını çalardı. Evleri sinema duvarına bakanlar, damda komşularla birlikte film izlerken çay içip çekirdek çitlerlerdi.

Yazlık sinemalar nisan ortalarında açılır, ilk birkaç gün gösterim bedava olurdu.

Portakal çiçeği kokularının sokaklara taştığı akşamlar duygular da coşardı. Ayhan Işık’la Belgin Doruk’un aşkları, Türkan Şoray’ın siyah, buğulu gözleri, Leyla Sayar’ın masum genç kız yüzü, Fatma Girik’in erkeksi tavırları, çocukların canlandırarak anlattıkları film hikayeleri sokaklara büyülü bir hava katardı. Sinemada iki film gösterilir, filmler pazartesi ve perşembe günleri değişirdi. Mahallenin en afili aşkları sinemalarda başlardı. Genç kızlarla oğlanlar göz göze kesişir, film bittikten sonra esas kızla esas oğlanın yerini onlar alırdı.

Yazlık sinemalar halkın en önemli eğlence mekanlarıydı. Siyah beyaz dünyaları renklendiren düş bahçeleriydi. O bahçelerde hayaller genişler, tutkular depreşir, tekdüze, naif hayatlar başka hayatlarla buluşurdu. Filmler hayat kadar gerçek, hayat kadar gizemliydi. Yoksul hayatların sınıf atlama umutlarını ışıklı duvarlardan evlerin içine yansıtan hayal makineleriydi. Gerçeklerle yüzleşilen kimi zamanlarda da siyah-beyaz bir düş kırıklığıydı.

Denizli Mahallesi’nde dört yazlık sinema vardı. Sinema kuşları; Narlıca, Sema, Denizli, Yeşilevler sinemalarının arasında mekik dokur, bazen, tren yolunu izleyerek ‘Sular Alanı’na çıkarlardı. ‘Demirspor Düğün Salonu’ndan şarkı, türkü, halay, zılgıt sesleri duyulur, kebapçı tezgahlarından dumanlar yükselirdi. Sekiz köşe kasketli, yelekli, siyah parlak şalvarlı, yumurta topuk sivri burun kunduralı faytoncular faytonlarının üzerinde müşteri beklerlerdi.

Halk, sinemaların önlerinde film kartelalarına bakarak gezinir, eşiyle dostuyla rastlaşanlar, çayhanelerde, birahanelerde film repliklerinin eşliğinde hoşça vakit geçirirlerdi. Sular Alanı’nda yedi sinema bir aradaydı: Sular, Gar, Yıldız, Bahar, Venüs, Dünya, Köşk. Seyirci hangi sinemada ne tür film oynadığını bilirdi. Atatürk Caddesi’nden, Ziyapaşa, Gazipaşa Bulvarlarından Sular Alanı’na adeta bir insan seli akardı. Denizli Mahallesi’nde aradıkları filmi bulamayanlar, Kanalköprü Mücahitler Caddesi’ne çıkıp ‘Filiz Sinemasına, ‘Kanal Sinemasına, ‘Emek Sinemasına ya da ‘Alim Sinemasına giderlerdi.

On üç, on dört yaşlarındaydım. Denizli Sinemasında izleyemediğim Ayhan Işık’ın filmini Sema Sinemasında izleyecektim. Babamdan yalvar yakar bir lira koparmıştım. Yirmi beş kuruşa simit, yirmi beş kuruşa da ‘Zaman Gazozu’ alıp kalanını sinema için ayırmıştım. Kapıda yanıp sönen renkli ampuller filmin başlayacağını duyuruyordu. Zeki Müren şarkısı bitince ışıklar söndü. ‘Maceralar Kıralı’ başlamıştı! Elli kuruşu gişeye uzattım.

“Bilet bir lira.” “Elli kuruşa olmaz mı?” “Olmaz!”

Kapı görevlisi de gişeci gibi bu filmin kötü adamıydı. Tek seçeneğim kalmıştı. Avuçlarımın sıyrılması pahasına duvara tırmanıp içeri atladım ama yer göstericiyle yüz yüze gelince elli kuruşu ona uzattım. Yer gösterici parayı cebine atıp beni boş sandalyelerden birine doğru itti. Oturunca derin bir soluk aldım. Sonunda sinemadaydım ve ‘Maceralar Kralı’nı izleyecektim. O an dünyanın en mutlu çocuğu bendim.” (Zafer Doruk)

***

“The first half of my childhood was spent in Adana’s Denizli neighbourhood. It was in the sixties. We lived in an adobe house with white lime whitewash on the banks of the irrigation canal by the railway line. The people of Adana used to sit in front of their street gates in the afternoon. The sound of a horse carriage’s wheels and horseshoes would mix with the sound of a megaphone:

“Attention, attention! The Summer Denizli Family Cinema, which spares no sacrifice for you cinema lovers, presents two masterpiece films! The first film is by the Ugly King of our cinema, Yılmaz Güney! The Return of the White Horseman! The second film is The King of Adventures, starring the uncrowned king Ayhan Işık!

The coachman would try to drive away the children running after him by cracking his whip. The topic of the neighbourhood that day would be the new films. Snacks, water bottles, cushions would be prepared, and at eight o’clock in the evening the whole neighbourhood would set off. The front of the cinema would be like a festival. Sellers of watermelon seeds, boiled corn, chickpeas, comic book stalls, aşlamacı, şırdançı, dondurmacı, bici bicici. Children chopping sugarcane, clinking boiled eggs, spinning pinwheels, and playing gulle (marble)…

Tickets to the cinema were available for all budgets; the child of the family was not asked for a ticket. Children who could not afford a ticket would tag along with childless families and enter the cinema with them. Some of the more rambunctious children would jump over the garden wall. The projectionist would play records of the fashionable songs of the day before the film started. Those whose houses faced the cinema wall would drink tea and chew seeds while watching the film on the roof with their neighbours.

Summer cinemas opened in mid-April and the first few days were free.

In the evenings when the scent of orange blossoms would fill the streets, emotions would run wild. Ayhan Işık and Belgin Doruk’s love, Türkan Şoray’s black, misty eyes, Leyla Sayar’s innocent young girl face, Fatma Girik’s masculine demeanour, children’s animated film stories would add a magical atmosphere to the streets. Two films would be shown in the cinema, and the films would change on Mondays and Thursdays. The neighbourhood’s most eligible romances would begin in the cinemas. Young girls and boys would cross eyes, and after the film was over, they would take the place of the main girl and the main boy.

Summer cinemas were the most important entertainment venues of the people. They were dream gardens that coloured black and white worlds. In those gardens, dreams would expand, passions would be stirred, monotonous, naive lives would meet other lives. Films were as real as life, as mysterious as life. They were imagination machines that reflected the hopes of poor lives to move up in class from the lighted walls into the houses. At some times when reality was faced, it was a black-and-white disappointment.

There were four summer cinemas in Denizli neighbourhood. Cinema birds would shuttle between Narlıca, Sema, Denizli and Yeşilevler cinemas, sometimes following the railway track to the ‘Sular Alanı’. The ‘Demirspor Wedding Hall’ would be filled with the sounds of singing, folk songs, halay and zılgıt, and smoke would rise from the kebab stalls. Phaeton drivers with eight-cornered beanies, waistcoats, black shiny shalwar, egg-heeled pointed toe shoes would wait for customers on their phaetons.

The public would stroll in front of the cinemas looking at the film cards, and those who met their friends and family would have a good time in the tea houses and beer houses accompanied by film lines. Seven cinemas were together in the Sular Area: Sular, Gar, Yıldız, Bahar, Venus, World, Köşk. The audience knew what kind of film was playing in which cinema. A flood of people would flow from Atatürk Street, Ziyapaşa and Gazipaşa boulevards to the Sular Area. Those who could not find the film they were looking for in Denizli Neighbourhood would go to Kanalköprü Mücahitler Street and go to ‘Filiz Cinema, Kanal Cinema, Emek Cinema or Alim Cinema.

I was thirteen or fourteen years old. I was going to watch Ayhan Işık’s film, which I couldn’t watch at Denizli Cinema, at Sema Cinema. I begged my father for one lira. I bought a bagel for twenty-five kurus and a ‘Zaman Gazozu’ for twenty-five kurus and kept the rest for the cinema. The flashing coloured bulbs on the door announced that the film would start. When the Zeki Müren song ended, the lights went out. ‘The King of Adventures’ had started! I handed fifty cents to the box office.

“The ticket is one lira.” “Not for fifty cents?” “No!”

The doorman was the villain of this film, just like the box office. I had only one option left. I climbed the wall and jumped inside at the risk of grazing my palms, but when I came face to face with the usher, I handed him the fifty cents. The usher pocketed the money and pushed me towards one of the empty chairs. When I sat down, I took a deep breath. I was finally in the cinema and I was going to see ‘The King of Adventures’. At that moment, I was the happiest child in the world.” (Zafer Doruk)


Documents | Belgeler

Adana’da Yazlık Sinemalar: https://www.evrensel.net/haber/469792/adanada-yazlik-sinemalar