NAME OF VENUE | MEKANIN İSMİ

Sinema Evi

Alternative Names | Diğer İsimler: Şabri Şenevi – Sinema Evi

Address | Adres: Alidede Mahallesi. 29005. Sokak. No: 41, 01020 Seyhan/Adana

Year Opened | Açıldığı Yıl: 2011

Year Closed | Kapandığı Yıl: Faaliyete devam ediyor.

Number of Seats | Kapasite: 70 (bahçe) + 25 (salon)

Associated People | İlgili Kişiler: Sabri Şenevi


Detailed Information | Detaylı Bilgi

1960’tan önce Adana’da, Ticaret Odası tarafından tescillenen yirmi kadar işletme sinemacılık ve filmcilik işiyle uğraşmaktaydı. Şehirde sinemanın son derece devingen ve yoğun bir iş kolu olması elbette ki tesadüfi değildir. Bu yoğunluğun arkasındaki temel neden, şehrin çoğunlukla insan emeğine dayanan ekonomik düzenidir. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ulusal pamuk üretiminin merkezi konumundaki şehirde, tarımsal üretim önemini korumaya devam ederken Cumhuriyet döneminin ilk ana kentlerinden biri olarak da hızlı sanayileşme süreci yaşar. Bu süreç, 1948’de Truman Doktrini ve Marshall Planı’nın ilanı, 1950’deyse Demokrat Parti’nin iktidarı devralmasıyla ivme kazanır. Bu ivmeyle Adana’ya tarımda ve tarıma dayalı sanayide kullanılacak çok sayıda ara笖gereç girişi olur. Ama henüz bütünüyle makineleşmemiş tarımsal üretim, özellikle de pamuk üretimi nedeniyle tarım işçisi istihdamına yoğun talep vardır. 1940’tan sonra ekimi yapılan, yüksek verimli ancak çok kısa sürede toplanması gereken akala pamuğu üretimi nedeniyle çok sayıda mevsimlik tarım işçisi Adana’ya yönelir. Diğer yandan, tarımda makineleşmenin başlamasına da koşut biçimde köylerden şehir merkezine yoğun hareket vardır. Gerek sanayii kolunda gerekse ham maddeyi sağlayan tarım arazilerinde işgücüne talep arttıkça şehrin nüfusu da artar. Ağırlıkla Çukurova Bölgesi’nden kaynaklanan yoğun göç nedeniyle şehrin nüfusu 1965’te yaklaşık 400.000’i merkezde, 500.000’iyse köylerde yerleşmiş bulunmak üzere, 900.000 kişiye ulaşır. Üstelik bu dönemde, 1965–1970 yılları arasında şehre göç edenlerin çoğu ücretli olarak çalışmaktadır. Bu, var olan talebin yüksek oranda istihdama dönüştüğünü göstermekle birlikte, şehirdeki devingen nüfusun çay bahçeleri, gazinolar ve özellikle sinemalarda yoğunlaşan toplumsal hayata, öyle veya böyle katılabileceği maddi olanağa sahip olduğunu da göstermektedir.

1960’tan sonra, Adana’da sinemaya talep öylesine büyüktür ki Trakya, Zonguldak ve Eskişehir’i içine alan İstanbul Bölgesinin hemen ardından ikinci pazarı oluşturur. Dönemin önde gelen yapımcılarından Hürrem Erman, gelirin büyük kısmının İstanbul ve Adana Bölgesinden elde edildiğini, bunu İzmir, Samsun ve Ankara’nın takip ettiğini dile getirmektedir. Aynı anda 100’ün üzerinde kapalı salon ve yazlık sinemanın faaliyet gösterdiği; 1973’te 70mm projeksiyon makinesine sahip bir işletmenin bulunduğu ve Feza Efsanesi 2001’le (Stanley Kubrick, 1968) ilk gösterimin yapıldığı ama aynı zamanda sinema çerçilerinin katır sırtına yükledikleri 16mm’lik projeksiyon makineleriyle yayla köylerinde film sattıkları bir ortam söz konusudur. Film yapımı, ithali, dağıtımı ve bunlarla bağlantılı alanlarda faaliyet gösteren işletmelerin Adana Filmciler Derneği’nde, sinema sahiplerinin veya işletmecilerinin Adana Sinemacılar Derneği’nde, seyircilerin ise Sinematek Derneği ve Türk Film Arşivi’yle iş birliği yapan sinema kulüplerinde örgütlendiği dönemdir bu. Üstelik bu yapı salt tüketim etkinlikleriyle kurulmuş değildir. Ulusal alanda tanınan Orhan Kemal ve Osman Şahin gibi senaristler; Yılmaz Güney, Ali Habip Özgentürk, Yılmaz Duru ve diğer yönetmenler; Arif ve Abdurrahman Keskiner kardeşler veya İrfan Atasoy gibi yapımcılar ve salon işletmecileriyle, Umut (Yılmaz Güney ve Şerif Gören, 1970), Endişe (Yılmaz Güney ve Şerif Gören, 1974) veya Zıkkımın Kökü (Memduh Ün, 1993) gibi filmler de bu yapının parçasıdır. Ne var ki 1970’lerden itibaren ama özellikle 1975’ten sonra tüm ülkede olduğu gibi, Adana’da da sinema sektörü bunalıma girecek bu yapı dönüşecektir.

Adana’da faaliyet gösteren filmcilerin ve sinemacıların sayısı 1975–1980 döneminde önemli ölçüde azalma gösterir. Film işletmeleri kademeli olarak kapanır, sektör değiştirir veya dönüşür. İşletmelerden bazıları haber veya reklam ajanslarına dönüşürken bazıları da videokaset ithaline ve kiralama işine girmiştir. Bazı girişimcilerse Adana’yı terk ederek İstanbul’da film yapım, ithalat, dağıtım işlerine; stüdyo ve sinema salonu işletmeciliğine devam etmiştir. Sinema salonlarıysa, yazlık sinemalardan başlamak üzere yine kademeli olarak kapanmış veya dönüşmüştür. 1978’de Adana’da 36 kışlık ve 9 yazlık sinema bulunmaktadır sadece ve her geçen yılla beraber sinema sayısı düşer.

Bugün, Adana’nın sinema tarihi farklı kişilerle ve etkinliklerle canlandırılmaya, yaşatılmaya ve yeni kuşaklara aktarılmaya çalışılmaktadır. Bu kişilerden en önemlisi belki de Sabri Şenevi’dir. 1975-1989 yılları arasında Arzu, Dünya, Bahar, Çelik, Kervan, Mavi Köşk ve Lüks sinemalarında makinistlik yapan Sabri Şenevi, yazlık sinema kültürünü evinin altında kurduğu Sinema-Evi ve Adana Sinema Mirası projesi kapsamında düzenlenen bahçe sineması ile yaşatmaya çalışmaktadır.

Sabri Şenevi, sinemayla 1963 yılında 5 yaşındayken annesi ve babasıyla gittiği ve Johnny Weissmuller’in oynadığı Tarzan’ın Zaferi (Wilhelm Thiele, 1943) adlı filmi izleyerek tanışır: “Film başlama saati geldi, ışıklar söndü. Yarı çıplak bir adam çıktı, bağırmaya başladı. Ormanın içinden aslanlar, kaplanlar, zürafalar, filler çıktı. Hayvanlar yarı çıplak adamın yanında toplandı. Hiç unutmam o sahneyi, beni de içine çekti. Sinema sevgim, tutkum o sahneyi gördükten sonra başladı.”

Üzerinde en yeni elbiseleri, babasının kırmızı bisikletiyle, düğüne gider gibi Çamlık Sineması’na gittiklerini anlatan Şenevi için sinema, ilk izlediği filmle beraber bir tutku haline gelir. Ama onun sinema merakı film izlemekle sınırlı kalmaz. Pelikül film üzerindeki sabit karelerin nasıl olup da perdede canlandığıyla ilgilenir. Film makinesinin nasıl çalıştığını anlamak için makine dairelerine girmeye ve projektörleri incelemeye başlar. Nihayetinde kendi tasarladığı projektörle, bugün Sinema-Evi’nin bulunduğu o günün kerpiç evinin bodrumunda film gösterimleri yapar: “Merceğim olmadığı için bir ampule su doldurarak mercek yaptım. Makaraya sardığım parça filmleri beyaz bir duvarda oynattım. Ayna ile güneş ışığını buluşturup beyaz duvara yansıtınca film kendini göstermişti. Güneş gidince görüntü de gidiyordu. Ondan sonra el feneriyle oynatmaya başladım. Işık yetmeyince 100 mumluk ampul takmaya başladım.”

Şenevi için de dönüm noktası tenekeci olan babasının Kanal Köprü’de kiraladığı dükkânın sahibi Refik Çakadur ile tanışması olur: “Dükkânın sahibi Refik Abi’nin Arzu Sineması’nda makinist olduğunu öğrenince sevinçten havalara uçtum. Bir gün eğrilmiş film bobinlerini getirdi ve babama doğrulttu. Birlikte sinemaya gittik. Makine dairesine çıkardı beni. Bobin doğrultma işini öğrenmiştim. Bobinleri ben doğrultmaya başladım. Daha sonra Refik Abi ‘Sen meraklısın bu işe. Bana yardım et’ dedi. Sevincim bir kat daha arttı. Film sarmayı, kopan filmleri yapıştırmayı öğrendim. Başka bir gün Refik Abi bana ‘Hadi bakalım projektörü çalıştır. Ama dikkat et. Beceremeyip çalıştıramazsan film başlamaz ve seyirci ıslıklar’ dedi. Ben de yapabileceğimi söyledim: “O zaman filmin perdeye yansımasını sağlayan ışık, kömür çubukların birbirine temas ederek yanmasıyla sağlanıyordu. Şalteri açtım ve kömürleri ateşledim. Öndeki kolu çevirip düğmeye bastım, makine çalıştı. Kolu kaldırdım ve görüntü perdeye düştü. Sesi de açtım ve böylece projektörü kazasız belasız çalıştırdım. Kopan filmleri yapıştırmayı, kömür takmayı öğrendim. Öyle oldu ki artık makineyi ben çalıştırıyordum. Akşamları makinist yardımcılığına başladım. Geçen zaman içerisinde işi iyice öğrendim. Artık ustam, işi bana teslim ediyordu. Böylece sinema makinistliğine başladım.”

Hem makinistlik yaptığı dönemde hem de Adana sinemalarının kapanmasının ardından çok sayıda film afişini, 35 ve 16mm filmi ve sinema projektörünü toplayan Sabri Şenevi, 2011 yılında evinin zemin katını Sinema-Evi’ne dönüştürmeye karar verir. Bugün Sinema-Evi’nin envanterinde 20.000 kadar dijital film, 5.000 adet DVD, 4.000 adet videokaset, 150 adet 35 mm, 50 adet 16 mm ve 1 adet 70 mm pelikül film yer almaktadır. Ayrıca 3 adet 35 mm, 7 adet 16 mm’lik makine ve üç adet 8 mm projektör ile yaklaşık 10.000 film posteri Sinema-Evi’nde görülebilir. Geçmişte, Adana sinemalarında film başlamadan önce ya da film aralarında çalınan plaklar ve kasetler de arşivde yer almaktadır. Ayrıca 1960-1985 döneminde Adana’da faaliyet gösteren sinema salonlarına ve açık hava sinemalarına ait fotoğraflar, biletler ve çeşitli belgeler de Sinema-Evi’nin arşivinde bulunmaktadır. Sabri Şenevi, Sinema-Evi’nin koleksiyonunun büyümesi için yeni materyaller toplamaya devam etmektedir.

Şenevi, Sinema-Evi’ni açma motivasyonunu, “Paylaşılmayan bir şeyin anlamı olmaz. Bu filmleri, afişleri paylaşmam gerekiyor’ diye düşündüm. ‘Bunu bir müze haline getireyim, geçmiş dönemdeki filmleri izlettireyim’ dedim. Amacım, gençlere Yeşilçam ve dünya sinemasını tanıtmak, yaşıtlarıma da geçmişi hatırlatmak. Buraya gelen ziyaretçiler geçmişini yaşıyor. Ben de bu geçmişi, geleceğe yansıtmak istiyorum” diye aktarmaktadır.

Sinema-Evi’nin kapıları, geçmişin sinemalarını görmek ve o günleri tanımak isteyen herkese ücretsiz olarak açıktır.

***

Before 1960, about twenty enterprises registered by the Chamber of Commerce were engaged in the cinema and film business in Adana. The fact that cinema was a highly dynamic and intensive line of business in the city is certainly not accidental. The main reason behind this intensity is the city’s economic order, which is mostly based on human labour. Since the second half of the 19th century, the city has been the centre of national cotton production, and while agricultural production continued to maintain its importance, it also underwent a rapid industrialisation process as one of the first main cities of the Republican era. This process gains momentum with the announcement of the Truman Doctrine and Marshall Plan in 1948 and the Democratic Party’s takeover of power in 1950. With this acceleration, Adana received a large number of tools and equipment to be used in agriculture and agriculture-based industry. However, due to agricultural production, especially cotton production, which was not yet fully mechanised, there was a high demand for agricultural labourers. A large number of seasonal agricultural labourers were attracted to Adana due to the production of high-yielding ‘akala’ cotton, which was cultivated after 1940 and which had to be harvested in a very short time. On the other hand, in parallel with the start of mechanisation in agriculture, there is an intensive movement from rural areas to the city centre. As the demand for labour increases both in the industrial sector and in the agricultural lands providing raw materials, the population of the city also increases. Due to the intensive migration mainly originating from the Çukurova Region, the population of the city reached 900.000 people in 1965, 400.000 of whom were settled in the centre and 500.000 in the rural. Moreover, during this period, between 1965 and 1970, most of those who migrated to the city worked as wage labourers. This not only shows that the existing demand was transformed into employment at a high rate, but also that the mobile population in the city had the material means to participate in one way or another in the social life concentrated in tea gardens, casinos and especially cinemas.

After 1960, the demand for cinema in Adana was so high that it was the second largest market in the city, just behind the Istanbul region, which included Thrace, Zonguldak and Eskişehir. Hürrem Erman, one of the leading producers of the period, stated that most of the revenue was generated from Istanbul and Adana, followed by Izmir, Samsun and Ankara. This was an environment in which more than 100 hall and open-air cinema venues were operating at the same time; a 70mm projection machine was installed in 1973 and the first screening was made with the 2001: A Space Odyssey (Stanley Kubrick, 1968), but at the same time, cinema merchants were selling films in highland villages with 16mm projectors loaded on mule backs. This was a period in which film production, import, distribution and other related businesses were organised in the Adana Filmmakers Association, cinema owners or operators in the Adana Cinema Owners Association, and audiences in cinema clubs that cooperated with the Sinematek Association of Istanbul and the Turkish Film Archive. Moreover, this structure was not established solely through consumption activities. Nationally known screenwriters such as Orhan Kemal and Osman Şahin; Yılmaz Güney, Ali Habip Özgentürk, Yılmaz Duru and other directors; producers and venue operators such as Arif and Abdurrahman Keskiner brothers or İrfan Atasoy; and films such as Hope (Yılmaz Güney and Şerif Gören, 1970), Anxiety (Yılmaz Güney and Şerif Gören, 1974) or Zıkkımın Kökü (Memduh Ün, 1993) were also part of this structure. However, from the 1970s onwards, but especially after 1975, the cinema sector in Adana, as in the rest of the country, would enter a crisis and this structure would be transformed.

The number of cinema venue owners and filmmakers operating in Adana decreases significantly in the 1975-1980 period. Film businesses gradually close down, change sectors or transform. Some of the enterprises transformed into news or advertising agencies, while others entered the videocassette import and rental business. Some entrepreneurs leave Adana and continue their film production, import and distribution businesses as well as studio and cinema theatre operations in Istanbul. Cinema venues, on the other hand, were closed or transformed gradually, starting with open-air cinemas. In 1978, there were only 36 hall and 9 open-air venues in Adana, and the number of cinemas decreases with each passing year.

Today, Adana’s cinema history is being revived, kept alive and passed on to new generations through different people and activities. Perhaps the most important of these people is Sabri Şenevi. Sabri Şenevi, who worked as a projectionist at Arzu, Dünya, Bahar, Çelik, Kervan, Mavi Köşk and Lux cinemas between 1975-1989, tries to keep the open-air cinema culture alive with the Cine-House he established under his house and the garden cinema organised within the scope of Adana Cinema Heritage project.

Sabri Şenevi was introduced to cinema in 1963 at the age of 5 when he went to the movie with his mother and father to see The Triumph of Tarzan (Wilhelm Thiele, 1943) starring Johnny Weissmuller: “The film started, the lights went out. A half-naked man came out and started shouting. Lions, tigers, giraffes, elephants came out of the forest. The animals gathered around the half-naked man. I will never forget that scene, it drew me in. My love and passion for cinema started after seeing that scene.”

For Şenevi, who tells the story of going to Çamlık Cinema in his newest clothes, on his father’s red bicycle, as if going to a wedding, cinema becomes a passion with the first film he watches. But his curiosity about cinema is not limited to watching films. He is interested in how the images on the film come alive on the screen. In order to understand how the film projector works, he starts to enter the projectionist booth and examine the projectors. Eventually, with a projector of his own design, he screened films in the basement of the adobe house where the Cine-House is located today: “Since I didn’t have a lens, I made a lens by filling a light bulb with water. I played the pieces of film I had wound on a reel on a white wall. When the mirror and the sunlight met and reflected on the white wall, the film showed itself. When the sun went away, so did the image. After that, I started to play the film with a flashlight. When the light was not enough, I started to install a 100-candle bulb.”

The turning point for Şenevi was meeting Refik Çakadur, the owner of the shop rented by his father, a tinkerer, in Kanal Köprü district: “When I found out that the owner of the shop, Refik Abi, was a projectionist at Arzu Cinema, I was overjoyed. One day he brought the warped film reels and pointed them at my father. We went to the cinema together and he took me to the projection booth. I learnt the job of straightening the reels. I started to straighten the reels myself. Then Refik Abi said, ‘You are interested in this job. Help me.’ My joy increased even more. Another day Refik Abi said to me, ‘Come on, start the projector. But be careful. If you can’t get it to work, the film won’t run and the audience will whistle. I said I could do it: “At that time, the light that reflected the film on the screen was provided by the burning of coal sticks by touching each other. I started the engine and ignited the coals. I turned the lever in front and pressed the button, the machine started. I lifted the lever and the image fell on the screen. I switched on the audio and thus I operated the projector without any accidents. I learnt how to glue the broken films and how to insert coals. It got to the point that I was operating the machine myself. I started to work as an assistant projectionist in the evenings. I learnt the job well in the course of time. My master was now handing the job over to me. Thus, I started working as a cinema projectionist.”

Sabri Şenevi, who collected many film posters, 35 and 16mm films and cinema projectors both during his time as a projectionist and after the closure of Adana cinema venues, decided to transform the ground floor of his house into Cine-House in 2011. Today, the inventory of Cine-House includes about 20.000 digital films, 5.000 DVDs, 4.000 videocassettes, 150 35mm, 50 16mm and 1 70mm films. In addition, three 35 mm, seven 16 mm and three 8 mm projectors and approximately 10.000 film posters can be seen in the Cine-House. In the past, records and cassettes that were played in Adana cinemas before the start of the film or between the screenings are also included in the archive. In addition, photographs, tickets and various documents belonging to cinema halls and open-air cinemas operating in Adana between 1960-1985 are also in the archive of Cine-House. Sabri Şenevi continues to collect new materials to expand the collection of Cine-House.

Şenevi explained his motivation for opening the Cine-House as follows: “Something that is not shared has no meaning. I thought, ‘I need to share these films and posters.’ I said, ‘Let me turn this into a museum, let me show the films of the past.’ My aim is to introduce Yeşilçam and world cinema to young people and to remind my peers of the past. Visitors who come here live their past. I want to reflect this past to the future.”

The doors of Cine-House are open free of charge to anyone who wants to see the cinemas of the past and get to know those days.


Documents | Belgeler

Bu sinemanın güncel durumu, TÜBİTAK 1002 – Hızlı Destek Programı tarafından desteklenen “6 Şubat Depremleri Sonrasında Adana Sinema Mirası Envanterinin Mevcut Durumunun Değerlendirilmesi ve Bu Mirasın Korunmasına Yönelik Politika Önerilerinin Geliştirilmesi (123K734)” başlıklı proje kapsamında belgelenmiştir. Proje ekibi katkılarından dolayı TÜBİTAK’a teşekkür eder. Bu sinemanın güncel halini gösteren fotoğraf ve videolara buradan; fotoğraf ve videoların kullanımıyla ilgili koşulları düzenleyen açıklamalara linkten erişebilirsiniz: https://creativecommons.org/licenses/by-nc-nd/4.0/ / The current status of this cinema was documented within the scope of the project titled “Evaluation of the Current Status of Adana Cinema Heritage Inventory and Development of Policy Recommendations for the Protection of this Heritage After the February 6th Earthquakes (123K734)” supported by TÜBİTAK 1002 – Quick Support Programme. The project team would like to thank TÜBİTAK for their contribution. Photographs and videos showing the current state of this cinema can be accessed from here, and the statements regulating the conditions for the use of photographs and videos can be accessed from the link: https://creativecommons.org/licenses/by-nc-nd/4.0/